Map


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Brazil

Salvador de Bahia

20 Eylül günü geldiğimiz Salvador de Bahia 3,3 milyonluk nüfusu ile Brezilya’nın üçüncü en büyük şehri; ama tarihi değerleri, bakımından en önemli şehri olarak görülüyor. Bahia eyaleti de ülkenin en renkli eyaleti olarak biliniyor. Portekiz krallığı sömürgesi Brezilya’yı 250 yıl boyunca Salvador’dan idare etmiş. Brezilya’nın ilk zenginlikleri olan şeker kamışı ve tütün ilk olarak Bahia eyaletinden Avrupa’ya gönderilmeye başlanmış. İşte biz de gezimizin bu kısmında bu renkli ve sıcak eyaletteyiz.

Sömürgeciler önce yerli halkı köle olarak şeker kamışı çiftliklerinde kullanmaya çalışmışlar, ancak 50 yıl içinde yerli halkın % 90’ı hastalık ve ağır koşullar nedeniyle yok olmuş ve böylece 300 yıllık köle ticareti başlamış. Afrika’dan Bahia’ya canlı olarak ulaşabilen milyonlarca insan bugünkü Brezilya’nın kültürünün oluşmasında önemli pay sahibi olmuşlar. Kendi geleneklerini, dinlerini sürdürebilmişler. Katolik kilisesinin ve Portekiz krallığının tüm çabalarına rağmen kendi kültürlerini bugünlere kadar taşıyabilmişler. Bugünkü Salvador şehrinin nüfusunun % 70’i Afrika kökenlilerden oluşuyor. Havaalanından çıkar çıkmaz şimdiye kadarkinden farklı bir Brezilya göreceğimizi anladık.
Bildiğimizin aksine Brezilya’nın en renkli, en canlı karnavalı da Salvador’da yaşanıyormuş; çünkü burada Rio’dakinin aksine insanlar karnavalı daha çok seyirci olarak değil, aktif katılımcı olarak yaşıyorlarmış. Dolaştığımız dar sokaklar, Şubat ayının denk geldiği yağışlı mevsimde daha da fazla artan nem ve sıcaklar bu şehirdeki karnaval atmosferini gerçekten hissettirdi bize. Karnaval mevsiminde olmasak da Salvador’un değişik havasını solumaya, anlamaya çalışacağız burada.


Burada kalmayı seçtiğimiz Pousada Barroco eski şehrin hemen yakınındaki yoksul bir mahallede yer alıyor. Bahçe içinde tarihi üç binadan oluşuyor ve 17 yıl önce buraya yerleşmiş Katolik Alman bir rahip tarafından işletiliyor. Hans Böhnisch aynı zamanda kiliselerde org da çalıyor. Kendisi, yüksek taksi ücretinin yarısı kadar bir paraya bizi havaalanından aldı ve hatta çantalarımızı birinci kattaki odamıza kadar taşıdı. Sabahki kahvaltıda bol bulunan reçelleri de kendi yapıyormuş hatta! Pousada'da ağırlıklı olarak Almanlar kalıyor.

Pousada’mız aslında, tahmin ediyoruz, bir vakfa ait; bu vakıf şehirde barok müziğinin gelişmesi için kurslar veriyor; konserler düzenliyor. Odamızın numarası yok, adı var: Johann Sebastian Bach!
Yürüyerek 10 dakikada ulaştığımız Pelourinho Salvador’un tarihi mahallesi; UNESCO Dünya Mirası listesine çok eskiden beri dahil edilmiş ve onlarca, çoğu 200-300 yıllık tarihi kilisesi ve binası var. Arnavut kaldırımlı sokaklarına herhangi işgüzar bir belediye asfalt döşemeyi daha akıl edememiş; hatta kaldırım taşları bile belki de yüz yılın aşınmışlığını yansıtıyor. Biz buna rağmen artık çoğu yerli gibi parmak arası sandallar ile dolaşmaya alıştık bu engebeli ve yokuşlu sokaklarda. Günlerimizin çoğunu da burada geçirdik zaten.


Pousadamızdan çıkınca önce dar ve dik bir sokaktan aşağı iniyor, ucuz giyim eşyaları, ev eşyaları satan dükkânların bulunduğu işlek bir caddeyi geçiyor ve indiğimizden daha dar ve daha dik bir yokuştan Pelourinho’ya giriyorduk. Yüksek konumu ile Pelourinho sanki korunmuş bir ortaçağ kentini andırıyordu; hele her köşe başında bekleyen, yollarda devriye gezen polisleri ile. Çünkü Salvador, bilhassa turistlere yönelik kapkaç ve gasp olaylarının sık görüldüğü bir şehir; aynı zamanda evsizlerin, uyuşturucunun yaygın olduğu bir şehir. Biz de tedirginiz, ama bir şeyden de vazgeçmeye niyetimiz yok. Şehre geldiğimiz ilk akşam pousada’ya taksi ile döndük.


Salvador Afrika kültürünün yaşadığı bir kent demiştik. Gerçekten de bir kısım Afrika kökenliler hala kendi dinlerini devam ettiriyorlar. Candomble denen ve 3-4 saat süren törenleri var. Burada müzik ve dans ile insanlar kendilerinden geçiyorlar ve tanrılarının ruhlarına girmesini bekliyorlar. Herkesin kendine özel bir tanrısı olduğuna inanılıyor. Bu ayinlerden birine gitmek istedik, ancak gerçek ayinlere ulaşmanın zorluğu, turizm acenteleri tarafından sunulan seçeneklerin ise turistik bir gösteri olma ihtimaline karşı bundan vazgeçtik. Bu törenlerin stilize edildiği ve başka Afrika kökenli danslar ile birleştirilen bir gösteri vardı onu izledik.
Salvador aynı zamanda Capoiera’nın da başkenti. Yine Afrika kökenlilerce geliştirilen bu dans aslında bir savunma-savaş sporu olarak biliniyor. Hatta kölelik zamanında yasaklanmış ve 1920’lere kadar gizlice yapılmış. Kökeni eski Afrika törenlerine dayanıyor ve Angola’dan geldiği düşünülüyor. İzlediğimiz gösteride capoeira örnekleri de vardı.


Her Salı gecesi Pelourinho bir başka canlanıyor. Meydanlarda capoeira gösterileri, samba konserleri, sokak aralarında karnavala hazırlık yapan toplulukların gösterileri ile bir tür mini karnaval havası yaşanıyor şehirde. Biz de Salı gecesini bu şekilde geçirmeye karar verdik; bizim gibi düşünen turistler ve tabii çok sayıda Salvador’lu ile birlikte. Salvador’a ait özelliklerden biri, Brezilya çapından tanınmış, sadece kızlardan oluşan (tabii tamamı zenci) davul bandosu Banda Dida; bloco denen karnavalda geçiş yapan gruplardan biri. Karnavalın yaklaştığı aylarda bu grupların çalışmaları hızlanıyor ve karnavala 2 ay kala neredeyse her günü karnaval gibi yaşıyorlar. Tabii halk da onların peşinde her fırsatta dans ediyor.

Pelourinho’nun daracık sokaklarında davulların ritmik gümbürtüsü, tanınmış samba’ları söyleyen şarkıcıları ile Banda Dida eğlenceliydi. Daha da eğlenceli olan bu ritmler ile yerlerinde duramayan insanlardı. Aynı gece meydandaki konserde de durum farklı değildi. Burada da müzik olarak samba vardı; tabii davul bandosunda olduğundan daha çok rock tarzındaydı, ama ritmler aynıydı ve tek bacaklı, çift bacaklı herkes oynuyordu.

Salvador aynı zamanda 2001 yılında ölen Brezilya'nın en büyük yazarı Jorge Amado'nun yaşamış olduğu şehir. Onun adına kurulan vakıf binasında Jorge Amado'nun 80'li yıllarda çeşitli Türk yazarları ile çekilmiş fotoğraflarını görmek ilginçti bu arada.

Salvador’daki günlerimizin hepsi bu şekilde güle oynaya sona ermedi ama. Bir gece dar sokaklardan pousada’mıza dönerken Canon fotoğraf makinamızı kapkaça kurban verdik. Yolumuzun bu olayla kesişmesi, daha çekecek çok fotoğraflarımız varken, bizi sarstı biraz; ama bir şeyleri göze almadan da Yeniköy’den fazla uzaklaşamayacağımız gerçeğinin de farkındayız hala.
Gezimizin bundan sonraki bölümündeki fotoğraflarımız küçük Olympus kamera ile olacak ve teleobjektifin avantajlarını kullanamayacağız. Rio için yazık oldu doğrusu!



Keyfimizi kaçıran bu olaydan sonra Salvador’dan 50 km kadar kuzeydeki Praia do Forte tatil kasabasına gittik. Burada bizi çok güzel bir deniz, mercan kumları ve sakin bir ortam karşıladı. Şehirdeki hava dağılmıştı. İki gün kumsalda vakit geçirdik; kah soğuk bira söyledik, kah gelip geçen satıcılardan közlenmiş peynir (çok lezzetli oluyordu, tadı biraz hellim peynirine benziyor, üzerine kekik serpiyorlar, bira ile çok iyi gidiyor), kaju fıstığı yedik (biberlisinden!).
Akşam Praia do Forte’nin tek caddesi canlanıyor, geç saatlere kadar açık mağazalar, sayısız lokantalar ve dondurmacılar dolup taşıyordu. İki günün nasıl geçtiğini anlamadık.
Bir sonraki hedefimiz Brezilya’nın maden zenginliğini ana damarını oluşturan Minas Gerais eyaleti ve başkenti Belo Horizonte olacak.



Posted by Picasa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder