Oğlak Dönencesi üzerindeki São Paulo’dan ekvatorun 1-2 derece güneyindeki São Luís’e 9 günde gelmiştik. São Paulo’da üşürken burada artık özlediğimiz tropik havaya sonunda kavuştuk. İnsanların sokak giysileri şort, bermuda şort, parmak arası terlikler gibi rahat şeylerden oluşuyor. Bizim de giysilerimiz artık kısa ve ince; ayakkabıyı unuttuk, sadece sandal veya parmak arası terlik ile dolaşıyoruz. Havaianas markası belki tanıdık gelebilir. Bu bir Brezilya markası ve tüm ülke bunları giyiyor. Bikinileri ile belediye otobüslerine binen genç kızlar gördüğümüz gibi, mayosu ile lokantanın sokak kenarındaki masasına oturup bira içen gençleri izlemek bir süre sonra çok olağan geldi bize.
Her zamankinden farklı bir ülkede olduğumuz kesindi.
Kentin tarihi bölgesi içinde bir aile işletmesi olan Pousada Vitoria’da kaldık. Avlu çevresinde 7-8 odası var. Bir tarafta da ev sahipleri oturuyor. Böyle yerlerde kendimizi otellerden daha rahat hissediyoruz. Uzun uzun koridorlardan yürüyüp lounge müzik dinleyerek indiğimiz asansörlerle ulaşabileceğimiz sokaklara burada odamızdan çıktıktan 10 adım sonra ulaşıyoruz. İşte São Luis’i de böyle tanıdık. Kapımızın önü parke taşlı bir yoldu ve şehrin tarihi bölgesinde yollar ve çoğu kaldırımlar gibi taş döşeliydi. Binalar genelde iki katlı, değişik canlı renklere boyanmış veya tarihi çinilerle kaplıydı. Bu eski binaların içinden bazen müzik ve ritm sesleri geliyor, kafamızı açık olan paslı demir kapılar arsasından içeri uzattığımızda, içerisinin serin loşluğunda geleneksel Afrika çalgıları ile müzik ve dans dersi gören çocuklarla karşılaşıyorduk.
São Luis’in hikayesi bir çok Brezilya liman kenti gibi köle ticareti ile başlamış. Gemiler Afrika’dan köle taşıyorlar, bu kıyılardan da şeker, kauçuk ve diğer zenginlikleri yüklüyorlardı. São Luis’in şimdiki halkı da siyahi ağırlıklı bu nedenle.
Kentte vaktimizi meydanlarda dolaşıp insanları izleyerek geçirdik. Bunun dışında fazla bir şey yapmadık. 7 Eylül Brezilya’nın ulusal bayramı ve tatildi. Tüm tatil günlerinde olduğu gibi şehir boşalmış ve insanlar yakındaki plajlara koşmuştu. Biz de bir günümüzü oralarda geçirelim dedik ve bu ülkede tüm kıyı kesimi halkın yaptığı gibi biz de 10 km mesafedeki bir plaja gittik.
Arabası olmayan çoğunluk gibi belediye otobüsünü kullandık. Otobüs sürücüleri burada bizim halk otobüsü yarışçılarını hiç aratmıyor. Hatta Brezilya’nın önemli Formula 1 pilotları yetiştirmesi dikkate alındığında, bizim badem bıyık gariban şöförler bunların eline su dökemez.
Otobüsten indiğimizde sanki bir lunapark aracından inmiş gibiydik. Calhau plajı 5-6 km boyunca devam eden 100 metre genişliğinde dümdüz kumsal. Bu 5 km boyunca kumsalın gerisinde sıra sıra, palmiye ağaçları altına dizili kırmızı plastik sandalyeleri ve güneşlikleri ile restoranlar dizili. İnsanlar eşyaları ile burada bir tente altı ve masa seçiyor, orada konuşlanıyorlar tüm gün. Plaj etkinlikleri futbol, voleybol gibi sporlardan oluşuyor.
Ertesi gün ise tekne ile nehrin ağzının karşı tarafındaki Alcantara kasabasına gittik. 1,5 saatlik bu yol dalgalı deniz yüzünden bazıları için çok zorlu geçti. Biz ise iki katlı teknenin üst katında keyifle beşikte gibi sallanarak yolculuk yaptık. Alcantara küçük bir kasaba, kara ulaşımı pek yok, o yüzden bir ada havası var. Bir çoğu harabe halinde eski kiliseleri, Sao Luis’dekilere benzer eski binaları arasında insan sanki 200 yıl öncesinin hayatını yaşarmışcasına sokaklarda dolaşıyor.
Dünyada şu sırada olup bitenlerin hiç öneminin kalmadığı bir yerde olduğumuzu hissederek dolaştık Alcantara’yı. Zamanın geçiciliğini veya aslında zamanın belki hiç olmadığını düşündüren bir hava vardı burada. Portekizli 400 yıl önce ayak basmış bu köşeye, belki de korkusundan hemen bir kilise yaptırmış civarın en yüksek tepesine; ama yine belki de tüm kasabayı ve kiliselerini kölelere yaptırmış olmanın bedeli olarak bu kiliselerin hepsi şimdi birer harabe halinde. Alcantara’nın nüfusunun çoğunluğu da o kölelerin torunlarından oluşuyor.
Teknenin dönüş saati gelene kadar palmiyelerin gölgesinde oturduk ve adını daha önce hiç duymadığımız tropik meyva suları içtik, önümüzdeki geniş, ama med-cezir nedeniyle suyu çekilmiş koyda beslenmeye gelen narçiçeği rengindeki ibis kuşlarını izledik. Dönüş yolunda teknemiz fındık kabuğu gibi sallanırken gün battı, ufuktan yansıyan kızıllık São Luis’in eski ve renkli binalarının üzerine düştü.
Ertesi gün São Luis’i geride bırakıp Fortaleza’ya hareket ederken, bize Karayip’leri de andıran bu Kuzeydoğu Brezilya kentini hücre hafızalarımıza kaydetmiştik çoktan.
Hatırlatma: São Luis ve diğer başlıklara ait fotoğrafların yer aldığı albümlerimize yandaki Picasa linkini kullanarak ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder