Map


Şunu daha büyük bir haritada görüntüle: Brazil

Rio de Janeiro'ya Değişik Bir Başlangıç

Rio de Janeiro! Her okuryazar Türk vatandaşının yılda en az bir kez hakkında bir şeyler duyduğu ya da televizyonunda belirli görüntülerini izlediği tek yabancı şehir. Rio’yu tanıyoruz. İnsanlarının hayatlarını ya Copacabana plajlarında eğlenirken ya da karnavalda sambanın ritmi ile dans ederken geçirdikleri şu şehir… Altı haftayı geçen bir süre Brezilya’nın bir birlerinden değişik yörelerini dolaştıktan sonra sıra bizim için de Rio’ya geldi artık.
Rio’yu ziyaret eden bazı Türk turist gruplarının bu şehri dünyanın en güzel ikinci şehri ilan etmiş olmaları bizi haliyle çok etkilemedi buraya gelirken; çünkü eğer dünyanın en güzel şehri o tanıdığımız şehirse ondan sonrakilerin vay haline… Bir de Olimpiyatları hala dünyanın en güzel şehrine vermek yerine tutup Rio de Janeiro’ya vermesinler mi geçen hafta? Gezimizin bu kısmı ilginç olacağa benziyordu…
Biz bu güzellik yarışına ve önceden zihnimize işlenmiş imajlara kapılmamış olarak yaşamaya karar verdik Rio’yu. 10 gün süreyle, bu süre içinde bizim İstanbul’daki evimizde kalacak olan emekli bir yargıcın evinde kalıyoruz. İpanema’da, “The Girl from Ipanema” şarkısının bestelendiği bara 150, plaja 50 metre uzaklıkta küçük bir daire burası.
Rio’ya uçakla Vitoria’dan geldik. Sabah önce kiralık arabamıza benzin –pardon, alkol- doldurduk ve aracı havaalanında sorunsuz teslim ettik; Vitoria’nın küçük havaalanında biraz bekleyip 1 saat içinde Rio’nun büyük havaalanına indik.

Bizi ilk karşılayan şey bir büyük kentin o tarif edilemez elektriğiydi. 3-4 gün bile olsa küçük şehir ve kasabalarda geçirdikten sonra büyük kentin o hareketli uğultusu ilk anda çarptı bizi. Çok fazla özlediğimiz bir şey değildi bu.
Taksi ücretini çıkışta bir bankoda kredi kartı ile ödeyip makbuzu sıradaki taksiye vererek Rio’daki yolculuğumuza başladık. Şöförümüz transit yola çıkar çıkmaz bize hünerlerini göstermeye başladı. Neyse ki yarım saat içinde hasarsız İpanema’ya ulaştık. 45 gün, genelde ufak otel-pousada odalarında yaşadıktan sonra bize geniş gelen bu dayalı döşeli 80 metrekarelik daire Rio günlerimiz için idealdi.

Eşyalarımızı eve bıraktıktan sonra sahile yürüdük. Bulunduğumuz sokaktan 50 metre aşağı yürüyüp geniş bir caddeyi geçince İpanema Beach’deydik gerçekten. Burası 5 kilometre kadar hafif bir kavisle uzanan, dümdüz geniş bir kumsalı olan bir koy. Kumsal bitiminde –artık tüm Brezilya’da görmeye alıştığımız- küçük granit taşlarından geniş yürüyüş yolu ve koşanlar ve bisikletliler için ayrı bir pist vardı. Kumsal boş sayılırdı. Tek tük plaj voleybolu oynayanlar, ya da kitap okuyanlara rastladık. Çünkü hava – bizi düşündürecek kadar – bulutluydu. Acaba neler olacak diye düşünerek tüm sahil boyu yürüdük. Kara tarafı yüksek binalar, çok yıldızlı otellerle doluydu.

İlk günümüzde İpanema ve devamı olan Leblon’u dolaştık, ertesi günler için programlar yaptık. Ama Rio’nun bize bir sürprizi vardı. Şehir bize kendisini beklediğimiz turistik yanı ile göstermeyecekti. Plaj, samba ve eğlence için beklememiz gerekiyordu bir süre. Geldiğimizin ertesi günü başlayan yağmur üç gün sürdü. Biz de bu üç günü bir Rio’lu gibi yaşadık. Ayağımızda sandallar elimizde şemsiye kalabalık caddeleri dolaştık. Rio’nun sadece plaj demek olmadığını anladık; plajda olmanın dışında da bu şehrin eğlenceli olabileceğini fark ettik.
Sürekli yağan yağmura rağmen anlaşılan sel uyarısı yapılmamıştı ki, insanlar, arabalar hep yollardaydı. Kafeler, barlar tıkabasa dolu; alışveriş merkezleri hareketliydi. Brezilya’lıların toplu olarak eğlenmeyi sevdiklerini daha önce de anlatmıştık. Gerçekten de –yağmurun da bahane yaratmasıyla- kapalı tüm mekanlar dolmuştu. Cumartesi günü önemli bir futbol maçı vardı. Rio’nun en çok taraftara sahip takımı Flamengo Sao Paulo ile oynayacaktı. Yere yaklaşmış yağmur bulutları, aralıksız ince ince yağan ılık yağmur, öğleden sonranın loşluğunda ışıklandırılmış caddeler ve kırmızı-siyah formalı insanlar… Bu Cumartesi gününü böyle hatırlayacağız. Ama ortada ne gergin bir atmosfer ne de bağıra çağıra tezahüratlar var. Erkek-kadın formalı insanlar barlarda, lokantalarda oturuyorlar; alıştıkları şekilde eğleniyorlar, gülüyorlar. Geniş ekranlarda maç oynanıyor, Flamengo gol yiyor, insanlar eğleniyor, Flamengo gol atıyor insanlar alkışlayıp, bağırıp yine eğleniyor… Biz de bu eğlenceli hayata katıldık ve kaç bira içtiğimizi saymadık.
Yağmurlu hava devam ediyordu ve biz hala ne Corcovado’daki İsa heykelini ne de Copacabana plajını ve Şeker Külahını görmemiştik. Copacabana İpanema’dan hemen önce gelen ve yine 5-6 km uzunluğundaki klişe plajı Rio’nun. Şehrin çevresindeki tepeleri yağmur bulutları kaplamış, denizin üstü de puslu ve biz Rio’dayız. Ayağımızda sandallar şapır şapır sulara basa çıka yürümeye devam ediyoruz.
Bu havada yapılacak şeylerden biri de – akıllı bir Rio’lu gibi – ilginç restoranlar keşfetmek olmalıydı. Brezilya’ya geleli beri rodizio servis yapan o efsanevi et lokantalarından birine gitmemiştik. Hani Brezilya usulü denen ve müşteri dur diyinceye dek masaya servis yapılan churrasceria’lardan bahsediyoruz. Şemsiyemizden yağmur suları damlayarak böyle bir churrasceria’dan içeri girdik. Görüntü çarptı hemen bizi. Upuzun bir açık büfe masasında salata, suşi ve diğer yemek çeşitleri dizilmişti. Bunlar da yemeğe dahildi sınırsız olarak. Dışarıda yağmur, içeride de bizim vaktimiz çoktu. Bir şişe de kırmız şarap söyleyip etleri beklemeye başladık. Biz süre sonra garsonlar akın akın geldiler. Ellerinde koca şişler, şişlere geçirilmiş çeşitli bonfile, pirzola, steak çeşitleri birkaç dakikada bir masamıza uğruyorlardı. Arada çeşni olsun diye tavuklar, sosisler geçiyor, ardından –fazla bekletmeden- nar gibi kızarmış dev bir bonfileden ince bir parça kesilip tabağımıza bırakılıyordu.


Yağmuru bahane edip oturdukça oturduk orada. Kalktığımızda artık uzunca bir süre et görmek istemeyeceğimizi biliyorduk. Dışarıda yağmurun daha da artmış olması sürpriz değildi, çünkü Rio’nun uzun süreli yağmurlarının normal olduğunu öğrenmiştik bu arada. Yine de endişeli değildik, çünkü havanın açacağı günü biliyorduk ve bu haliyle de Rio’yu tanımak bize keyif veriyordu.
Ertesi sabah erken saatte uyandığımızda güneş parlak, caddeler sessizdi. Plajda bir günün bizi beklediğini anladık. Hatta belki Corcovado’ya da çıkardık, kim bilir?
(devamı yakında)

Posted by Picasa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder